Farklı diyarlara yolculuk etmek, bilmediğiniz bir mekâna gitmek bir çok insanın yüreğinde farklı imgeler uyandırır. Gidilecek görülecek yeni yerlerin heyecanını taşırsınız içinizde. Yeni insanlarla, tanışmak, yeni mekânlar görmek, gittiğiniz yörenin lezzetlerini tatmak duygusu heyecanın dozunu arttırır. Tabi yolculukların en güzel yanlarından birisi ise aslında insanın ne kadar uzaklaşırsa uzaklaşsın, kendi içerisine doğru gittiği bir serüven olmasıdır. Kimi geleceği düşünür, kimi geçmişi, kimi hayallerini…
Buna benzer duygularla başladı Fotoğrafçılık Kulübü Kırklareli gezisi seyahatimizde. Gecenin karanlığında bir günün 12’den önce son dakikalarında yeni günün ilk dakikalarında başladı yolculuğumuz. Bir Cuma Gecesi.. Eskiden babamlarla giderdim okul gezilerine o öğretmen olduğu için daha farklı çağrışımları olurdu okul gezilerinin. Daha güzel yemekler yerdim, daha çok ilgi görürdüm belki ama bir dost sıcaklığında içten muhabbeti yakalayabildiğim olmamıştı hiç. Bu sefer her şey güzel başladı. Güle oynaya çıktık yola. Kah yolu seyrettik kah uyumayı denedik yol boyunca..Ve güzergahımızdaki son noktaya gelip rotamızın ilk hedefi Kıyıköy’e ulaştık. Harika bir kahvaltının yanı sıra, eşsiz manzarası ve muhteşem doğa güzelliğiyle adeta büyülendik. Yeni mekanlar, yeni insanlar dedik ya başta.. Trakya’nın ve Kırklareli’nin sıcak insan yapısı, bizi dost gibi sarmalamaya başlamıştı. Daha ilk görüşte anlatacak çok şeyi var izlenimi veren kedisiyle dost olmuş bir zamanların Beyoğlu delikanlısı beyaz sakallı amca, sürüsünü otlatan çoban, fotoğraf çekmemize aldırmayan ve sigara içen “Çek yavrum çek bakarsın ölür kalırım hatıra kalır.” diyen yaşlı teyze, odun biçen karı koca, bahçesini budayan ihtiyar adam, manastırı temizlemekle görevli ve yerli -yabancı turist geldiğinde bir hayli mutlu olan bahşiş toplamak için bize “ille de Romen olsun “ şarkısını söyleyen dişleri dökülmüş darbukacı… Hepsi kendine özgü doğallığıyla içten selam verdiler bize. Fotoğraf çektik, denizi seyrettik Karadeniz’in hırçın dalgalarının kıyaya vururken ki kuvvetli sesini belki de bize “Hoş Geldin “ deme fısıltısını dinledik belli bir müddet. Çekilen muhteşem fotoğraflarla ve sabah kahvaltısının damak tadının bıraktığı izi silmeden ancak biraz da doğanın verdiği temiz havanın etkisiyle ilk acıkma belirtileri ve hafif mide guruldamalarıyla bindik otobüsümüze yeniden. Kimi çektiği fotoğraflara bakıyor, kimi, arkadaşıyla sohbet ediyor kimisi de mp3’ünde dinlediği kendisine has müziğiyle bulunduğu ortama ayrı bir biçim katıyordu. Tabi böyle muhteşem deniz manzaralı bir yerde gelip balık yememek olmazdı. Bu sefer rotamızda bir alabalık tesisi vardı. Otobüsten indikten sonra paçalarımıza yapışmak için bekleyen çamurla yarı anlamlı bir mücadelenin içinde bulduk kendimizi. Çiftlikteyse her şey hazırlanmış bizi bekliyordu, sofralar kurulmuş, balıklar kızartılmış. Yolculuk esnasında tanışmadığımız, daha önce görmediğimiz insanlarla aynı masada eşsiz lezzetteki balığın tadını çıkarmak vardı şimdi sırada. Balıklar bittiğinde grubun yarısı çiftlikte dağ havasını solumaya devam ederken diğer yarısı da Balaban köyüne doğru harekete çoktan koyulmuştu bile. Yoldan geçen ve evlerinden selam veren insanların sıcaklığında kendimizi doğanın dinginliğine bırakmıştık. “Aslında modern şehrin stresinden uzak burada kendimize bir hayat mı kursak? ” diye içten içe düşünmeye koyulmuştuk. Belki de emekliliğimizde geliriz belki de bir gün her şeyden vazgeçip.. Şeklinde başlayan yeni cümlelerin hayali içimizde çoktan yer edinmişti bile soluduğumuz nefesle birlikte. İşte tam o sırada grup rehberimizin yaşlı bir amcayla konuştuğunu fark etik. İnsan tanıma halkasına bir zincir daha eklenecekti sanki. Yugoslavya’dan Türkiye’ye geleli 52 sene olmuştu. Babası İstanbul’a gelebilmek için askerlik yapmayı göze alarak yıllar öncesinde başlatmıştı hayat maceralarını. Şu an 85 yaşında Abit Şık civarda kendisine Abit Ağa diye hitap ediliyor. Geçimini tespih yaparak sağlıyor. 20 yıldır bu işle ilgilendiğini söylüyor.
İlerleyen yaşına ve yalnız yaşamasına rağmen gayet titiz ve düzenli bir yaşama sahip. Eskiden et kuruttuğundan civardaki en güzel etleri yaptığından, amcasının sayesinde tırmık yapmayı öğrendiğinden ve daha sonra balta sapı yapmaktan koyun, kuzu besleyip kesmeye bir hayli iş yapma becerisi olduğundan bahsediyor bize. Daha sonra tespihi nasıl yaptığını göstermek üzere ve konuklarına bir şeyler verme çabasıyla makinesinin başına geçiyor. Nazarlık olarak nitelendirdiği ağaçtan yaptığı halkalarından birer tane armağan ediyor uzaktan gelen dostlarına. Bu ağacın sadece Trakya’da yetiştiğini ve sürekli ağacın bulunduğu bölgede yılan bulunduğunu söylüyor. “Peygamber ağacını bekliyor bu yılan, Allah ona o görevi verdi.” diyor. “Yanımızdan geçip gidiyor bazen, hiçbir şey yapmıyor. Bazen çocuklar korkup öldürüyorlar bu sefer başka bir yılan geliyor .”diyor. Yılınlarla bile dost olmuş Abit Ağa anlaşılan. Günlük 15 TL kazandığını bunun da kendisine yettiğini anlatıyor. Tespih yapımında çıkan tozları atmadığını konu komşuya verdiğini ve çayın içine katılarak içildiğinde bin türlü hastalığa şifa verdiğini kendisine özgü diliyle anlatıyor bize Abit Ağa. Ayrılırken güçlük çekiyoruz yanından kendini hemen sevdirmeyi başarmış olsa gerek sıcakkanlı ihtiyar yaptıklarıyla ve bir asıra doğru yaklaşan yaşına rağmen hayattan bir şeyler alma ve tutunma çabası genç yaşımızda bizleri bile imrendiriyor. Kafamızda karmaşık duygular, geçmiş gelecek sentezi kuruyor Abit Ağa kafamızda. Yapmak istediklerimiz yaptıklarımız hayata bakışımız ve bizim kendi yaşantımızı getiriyor aklımıza film şeridi gibi. Oradan çıkınca yakında bulunan köy kahvesine giriyoruz odun ateşinde pişen muhteşem çayın keyfiyle artık farklı bir coğrafyada bulunmanın inanılmaz hazzını ve Eskişehir’de bıraktığımız işlerin, güçlerin, gerekliliklerin hafifliğini yaşıyoruz her yudum çayımızda. Ancak gün bize inat kararmaya başlıyor. Artık yavaş yavaş ait olunan yere dönmenin sinyallerini veriyor bize. Akşam yemeği için son durağımız Kırklareli merkezde bir köfteci oluyor. Ee madem Kırklareli’nin köftesi meşhur bir de bu lezzetini tatmalı değil mi? Kafamızda birkaç soruyla birlikte, yaşadığımız deneyim hayattan bir şey daha koparmış olma ve monoton yaşam tarzını bir tarafa bırakmanın vermiş olduğu huzurla; biraz ayrılmanın da iç burukluğuyla dönmek için yola koyuluyoruz artık. Yaşam, insanlar ve kendimizle ilgili bir şeyler kazanmış olmanın mutluluğuyla. "Kasım 10"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder