26 Ağustos 2014 Salı




GEÇMİŞ ZAMAN ELBİSELERİ
Sevdiği kadını iki yıl aradıktan sonra tesadüfen bir teknede görür ve aşkını haykırır, kadından cevap gelmez. Tekne kıyıdan uzaklaşırken “Gitme” diye bağırır, “Gitme, bana gerçeği söylemelisin, gitme!”
Metin Erksan’ın, bir Ahmet Hamdi Tanpınar öyküsü olan “Geçmiş Zaman Elbiseleri” ni senaryolaştırıp yönettiği, 1975 yapımı filmin son sahnesiydi, benim bu yazımın ilk paragrafında anlatılan.
Adam, kadını mı istiyordu yoksa gerçeği mi? İçindeki tutku hangisi aşk mı, merak mı? Veya merak her tutkuyu bastırır mı? Gibi onlarca soruyu sorduran bir sahne.
Bilinmeyene ulaşma arzusunun ne zaman ve nasıl başladığı da ayrı bir merak konusu ama bunu eleştirel mantıkçılığa dayandırmanın kendisi mantık hatası. Çünkü eleştirel mantıkçılık, bilinmeyenin yerine konan dogmaları sorgular, demek ki insanlar bundan önce de bilinmeyenin peşine düşmüş sonra da yorulup bunların yerine sorgulanamaz bilgiler koymuş. Muhtemel ki, çok da yorulmamış, giz perdesinin arkasındakinden korkup onunla uzlaşma yoluna gitmiştir, bilmiyoruz. Bu uzlaşma şartlarını belirleyen etkenler de tartışma konusu ama bilinmeyene karşı duyulan ilgi ortada.
Bu ilginin sebebi çoğu zaman insan ihtiyaçlarının ta kendisi de olabilir. Yani, yağmura ihtiyaç duymuş, nasıl yağdığını merak etmiş ve yağmurun yağma mekanizmasını anlayamadığı için bunun yerine yağmuru yağdıran muhayyel bir güç koyup; müthiş bir cüretle, yaptığı bir takım ritüellerle yağmuru yağdırabileceğini düşünmüş.
Hadi, karanlık geçmişten kurtulup bugüne gelelim. Bazı insanlar kendine yeni iktidar alanları aramak veya arıyormuş gibi yapıp, diğer insanlara “bakın, ben neler yapabiliyorum” diyerek mevcut iktidarını arttırmak ihtiyacı hissetmiş. Bir uzay aracı yapmış, üstelik bunun adını da curiosity (merak) koyup, Mars’a yollamış. Tıpkı bundan önce de Ay’a gidildiği gibi. Bunun, yeni zenginlik kaynakları bulmak amacıyla gözü karartıp okyanus ardındaki bilinmeyene gitmekten bir farkı var mı? Yoksa karanlık olan sadece geçmiş değil mi?
Ama hayır, bütün bilme arzumuzun sebebi, sadece somut menfaatler elde etme isteği olamaz. Bazen sadece bilmek isteriz, hepsi bu. Aksi halde neden Copernicus güneşin mi dünyanın, dünyanın mı güneşin etrafında döndüğü konusunu bu kadar dert edinmiş olsun ki? Ya da söyledikleri kendi hayatını zorlaştırmaktan başka işe yaramamış olan Galileo’ yu düşünelim.
Bazen merak ederiz, bilmek isteriz, sadece bilmek. Ve bu önü alınamaz arzu, bütün tutkuları bastırır, hatta tutkuların yerini alır. Bu yüzdendir filmdeki başkarakterin her şeyiyle ayan beyan ortada olan Alman Sarışından vaz geçip, bütün giz ve sırlarıyla O’ndan uzaklaşan Geçmiş Zaman Elbiseli Kızın peşine düşmesi.
Filmin konusunun gelişmesine sebep, O adamı yataktan kaldıran güç. Belki bizi hayatta tutan bu meraktan başka bir şey değildir. “Tamam, yaşıyoruz da nereye bağlanacak acaba bu işin sonu?” düşüncesi veya “nasıl sürprizlerini sunacak bana bu hayat?” beklentisi. Bunlar olmasa sonunu bildiğimiz bir filmi izlemek gibi bir şey olurdu yaşamak herhalde. Tıpkı bu yazının ilk paragrafını okuyan herkeste bu filmin alacağı hal gibi.
Film eleştirisi yapmak niyetiyle oturup bu hale gelen yazının da sürprizi bana bu oldu. Üstelik hiç yapılmaması gereken bir şey yaptım, daha ilk paragraftan filmin sonunu söyleyiverdim. Ama yine de izleyin, zaten sonu için izlenecek bir film değil. Hem bilmiyor muyuz sanki çoğu filmin sonunu; patlamalar olur, müzik başlar, başrollerdeki kadınla erkek alevlerin önünde öpüşür ve yazılar akar. Ona rağmen izleriz. Bu öylesi değil en azından. Ayrıca bana sorarsanız tam da bir filmin olması gereken uzunlukta.
Kaç dakika olduğunu merak ettiniz değil mi?
Merak işte.

Yazar: Samet MENTEŞOĞLU 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder